27 Ocak 2013 Pazar

Güvensizlik Ağları


İletişim ve ulaşım olanakları tarihte hiç olmadığı kadar ileri seviyede. Eskiden yüzlerce yıl alan toplumsal ve tarihsel değişimler, çağımızda yıllarla ifade ediliyor. Geçmişte aritmetik olarak artan insanlar arası ilişkiler, günümüzde geometrik olarak artıyor.

Daha çok anlatmak, dinlemek, izlemek, izlenmek anlaşılmayı sağlamak yerine, anlaşmazlıkları körüklüyor. Artan ilişkiler, güven ortamı oluşturmak şöyle dursun, güvensizliğin zemini haline geliyor. Etrafımızda güvensizlik ağları örülüyor.


Dünyaya, dışarıdan bakınca insanların kitlesel olarak birbirlerine yaklaştığını görebiliriz. Oysa biraz yakınlaştığımızda aynı havayı soluyan, aynı semtte, bina da yaşayan insanların gün geçtikçe birbirlerinden uzaklaştığını fark ederiz.

Eskilerin, komşuluk ilişkilerini hasretle yad ettiğini duymayanımız yoktur. Bununla beraber bizim neslimizi yetiştirenlerin de, olan bitenden dert yanan “eskiler” olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin” diye öğütler verenler kimlerdi?

Güvensizlik ağlarıyla örülmüş bir toplumda yaşamanın vicdanlarda, duygu dünyalarında açtığı yaraların tarifi imkansızdır. Buna karşın güvensizlik ağlarının, uğruna örüldüğü kişisel çıkarlara aslında sanıldığı kadar da hizmet etmediğini, tam bir “kaybet, kaybet” süreci yaşandığını gösterebiliriz.

Güvenmemenin temel motivasyon kaynağı, kişisel çıkarları potansiyel risklerden koruma çabasıdır. İlişki kurulan tarafın iyi niyetli olmayabileceği varsayımıyla hareket eden insanların sayısı bu denli çok olmasaydı, bu ön kabule sahip kimseler gerçekten de bir avantaj elde edebilirlerdi.

Örneğin kimseye borç vermeyen ama borç bulmakta sıkıntı çekmeyen bir kişi, rasyonel bakış açısıyla şüphesiz bir avantaj sahibidir, ancak bu kişilerin sayısı arttıkça borç bulma olanakları da kaçınılmaz olarak azalacaktır. Neticede ihtiyaç sahipleri bankadan borç alıp, üzerine “toplumsal güvensizlik primi” ni de koyarak bu borcu bankaya geri ödeyeceklerdir.

Aynı eğitimden geçmiş, aynı tarihten gelen, aynı dine mensup, aynı filmleri, televizyon dizilerini seyreden, yapılan araştırmalarda olan biten hakkında benzer şeyler düşündüğü anlaşılan insanların, evlerinden sokağa çıkarken gözlerine ön yargı filtreleri takıp, etrafındakileri potansiyel tehlike olarak algılamasını, olası kötü niyetli kişilerden uzak durma çabası olarak alabiliriz. Bununla beraber, korunma güdüsü taşıyan bu insanların da "olası kötü niyetli kişi" muamelesi gördüğünü gözden kaçırmamak gerekir.

Günümüzde makul karşılanan bu çabalar, bireysel çıkarları kısa vadede koruyormuş gibi görünse de, uzun vadede korumak bir yana, sürekli olarak aşındırmakta, belki de tamamen ortadan kaldırmaktadır. Kişisel çıkarları koruma çabasının, olası ithamlardan korunma çabasına dönüşmesi an meselesidir.

Bütün bunlara rağmen iyi olan bir şey varsa, o da; giderek nostaljik hale gelse de, vicdanların “İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.” sözüne hasretle sarılmasıdır.

Hiç yorum yok: