İletişim ve ulaşım
olanakları tarihte hiç olmadığı kadar ileri seviyede. Eskiden yüzlerce yıl alan
toplumsal ve tarihsel değişimler, çağımızda yıllarla ifade ediliyor. Geçmişte aritmetik
olarak artan insanlar arası ilişkiler, günümüzde geometrik olarak artıyor.
Daha çok anlatmak,
dinlemek, izlemek, izlenmek anlaşılmayı sağlamak yerine, anlaşmazlıkları
körüklüyor. Artan ilişkiler, güven ortamı oluşturmak şöyle dursun,
güvensizliğin zemini haline geliyor. Etrafımızda güvensizlik ağları örülüyor.
Dünyaya, dışarıdan bakınca insanların kitlesel olarak birbirlerine yaklaştığını görebiliriz.
Oysa biraz yakınlaştığımızda aynı havayı soluyan, aynı semtte, bina da yaşayan
insanların gün geçtikçe birbirlerinden uzaklaştığını fark ederiz.
Eskilerin, komşuluk
ilişkilerini hasretle yad ettiğini duymayanımız yoktur. Bununla beraber bizim
neslimizi yetiştirenlerin de, olan bitenden dert yanan “eskiler” olduğunu da
gözden kaçırmamak gerekir. “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin” diye
öğütler verenler kimlerdi?
Güvensizlik ağlarıyla
örülmüş bir toplumda yaşamanın vicdanlarda, duygu dünyalarında açtığı yaraların
tarifi imkansızdır. Buna karşın güvensizlik ağlarının, uğruna örüldüğü kişisel
çıkarlara aslında sanıldığı kadar da hizmet etmediğini, tam bir “kaybet, kaybet”
süreci yaşandığını gösterebiliriz.
Güvenmemenin temel
motivasyon kaynağı, kişisel çıkarları potansiyel risklerden koruma çabasıdır.
İlişki kurulan tarafın iyi niyetli olmayabileceği varsayımıyla hareket eden
insanların sayısı bu denli çok olmasaydı, bu ön kabule sahip kimseler gerçekten
de bir avantaj elde edebilirlerdi.
Örneğin kimseye borç
vermeyen ama borç bulmakta sıkıntı çekmeyen bir kişi, rasyonel bakış açısıyla
şüphesiz bir avantaj sahibidir, ancak bu kişilerin sayısı arttıkça borç bulma
olanakları da kaçınılmaz olarak azalacaktır. Neticede ihtiyaç sahipleri
bankadan borç alıp, üzerine “toplumsal güvensizlik primi” ni de koyarak bu borcu
bankaya geri ödeyeceklerdir.
Aynı eğitimden geçmiş,
aynı tarihten gelen, aynı dine mensup, aynı filmleri, televizyon dizilerini
seyreden, yapılan araştırmalarda olan biten hakkında benzer şeyler düşündüğü
anlaşılan insanların, evlerinden sokağa çıkarken gözlerine ön yargı filtreleri
takıp, etrafındakileri potansiyel tehlike olarak algılamasını, olası kötü
niyetli kişilerden uzak durma çabası olarak alabiliriz. Bununla beraber, korunma güdüsü taşıyan bu insanların da "olası kötü niyetli kişi" muamelesi gördüğünü gözden kaçırmamak gerekir.
Günümüzde makul
karşılanan bu çabalar, bireysel çıkarları kısa vadede koruyormuş gibi görünse
de, uzun vadede korumak bir yana, sürekli olarak aşındırmakta, belki de tamamen
ortadan kaldırmaktadır. Kişisel çıkarları koruma çabasının, olası ithamlardan
korunma çabasına dönüşmesi an meselesidir.
Bütün bunlara rağmen
iyi olan bir şey varsa, o da; giderek nostaljik hale gelse de, vicdanların “İnsanların
güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.” sözüne hasretle
sarılmasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder